04 Kasım 2006

beşiktaş'ta iki kasım, bir iş görüşmesi, biraz da geyik

conrad hotel’in çaprazında, nobel ilaç’ın karşısındayız diye tarif etti telefondaki bağyan. yarım saat sonra oradaydım. beşiktaş’ı birileriyle buluşup konuşmak, bir şeyler yemek içmek için oldukça düzensiz ve hatta gereksiz bulan ve daha da önemlisi bir fenerbahçe’li kadıköy’lü olarak seyrek uğrayan birine göre tarif edilen yeri elimle koymuş gibi buldum ama erken gelmiştim.

açık olan plazma televizyondan kral tv’de ahmet koç adında bıyıklı bir arkadaşın komik ve konuyla alakasız bir şekilde dans eden bir hatun eşliğinde bağlamasıyla mission impossible’ı yorumlamasını mission edinmesini, bir nevi sentez yapmasını da izlemek zorunda kaldığım bir yerde bir şeyler yedikten sonra tekrar dışarı çıktım.

dışarıda kasım ayına göre bir hayli güzel bir hava vardı ve mülakattan önceki son yarım saati de hemen aşağıdaki beşiktaş sahilinde geçirmek için ışıklara doğru yöneldim. kırmızı yanıyordu, yeşil yanınca ilk karşıya geçenlerden olmak için kalabalığa yandan girip önlerden yer kapmaya çalışırken genç bir hanfendiyle çarpıştım, “pardon” dedim. “yani” diye karşılık verdi. üstelik ortadaki a’yı uzatıp i’yi biraz eğerek. yaaaani, yaaanei, yaaaeni gibi bir şey çıktı ağzından.

ne ‘yani’si? ne yani’si güzelim?

orada, yol ortasında durup ilgili hamfendi’ye kabahatin sadece bende olmadığını, çünkü çarpışma olduğu anda kırmızı yandığını, kırmızı yanarken de yol kenarında bekleşenlerin efendi, hamfendi yeşili beklemeleri gerektiğini, ortada illa hatalı birilerini aramak gerekirse de onların yeşil yanmadan harekete geçen biz ikimiz olduğunu vs. vs. anlatabilirdim. ama sadece “pardon” dedim ve bunu dememi bekliyormuş gibi “yani” diye karşılık verdi. oysa hepimiz filmlerden, fotoromanlardan, pembe dizilerden biliriz ki böyle çarpışmalar bazen hayırlı bir şekilde sonuçlanır, ne bileyim köşe başında çarpışan iki kişiden dişi olanın elindeki kitaplar çarpışmanın etkisiyle düşer ve delikanlı yerdeki kitapları toplarken bir yandan da hanım kızımıza “bir şeyiniz yok ya, bir kahve içeydik starbucks’ta” der ve olaylar gelişir. tamam çarpınca “hacım beni discoya götür” demesini beklemiyordum ama en azından “antonyo banderas’a ne kadar da çok benziyorsunuz” şeklinde bir giriş yapabilirdi(antonyo’yla, banderas’la alakam yok, sadece senaryoyu bir örnekle pekiştirmek istedim).



başka bir kazaya belaya uğramadan kadıköy iskelesinin karşısındaki topların, tüfeklerin, kaykaycıların olduğu alandan geçip iskelenin yanındaki parkta boş bulduğum bir banka / oturdum kanka(bu kafiyeli bölümü okurken ellerini kollarını kafanı jay-z gibi sallaman gerekiyor).

oturduğum yerden üsküdar’ın beylerbeyi’nden salacak’ına kadar olan kıyısını görebiliyordum. bir süre derinliği olmayan cep telefonu kamerasından deneysel, sanatsal fotoğraf çekimleri yaptıktan, biraz müzik dinledikten, ayağımın dibine kadar sokulan adını bilmediğim kuşla biraz konuştuktan sonra kalkıp gitmek üzereyken bir şey keşfettim; bu beşiktaştaki kadıköy iskelesinin bitişiğindeki parktaki bankları kapmakla ilgili park sakinlerinin iktidar mücadelesini:

kıyıya yakın banklar başkaları tarafından kapılmıştır. bu yüzden yeni gelenler sahilden caddeye doğru boş banklarda ve en son gelip de boş bank bulamayanlar taşların, betonların üzerine oturur. işte ne olduysa ondan sonra olur. cadde tarafından sahil tarafındaki banklara doğru mutlaka hiyerarşik bir sıralamayla herkesin gözü boşalacak yeni banklardadır ve ön taraflardan bir bank boşaldığında ona en yakın bankta oturan kişi yerinden kalkar, boşalan yere oturur, onun boşalttığı yere de ona en yakın kişi oturur. böylece en arkalarda oturan kişi parktan ayrılan birkaçonelliyüz kişiden sonra parkların vip’si, loca’sı sayılan ön taraflardaki boş bir yeri kapmış olur.



bir dahaki sefere yolun beşiktaş iskelesinin yanındaki bu parka düşerse bir kenara geçip çaktırmadan bu sıra dışı iktidar mücadelesini izle, çok eğlenceli, pişman olmayacaksın. ve bundan kimseye söz etme, aramızda kalsın.

şimdi bunları yazarken de bir dejavu yaşadım. bu anı daha önce yaşadığıma yemin edebilirim. ha bu arada iş görüşmesi kötü geçmişti, birbirimizden elektrik alamadık, bence bu görüşmelerde teknik detaylardan ziyade burçların uyumu olsun, feng shui olsun, ten uyumu olsun bunlardır önemli olan. yine fazla uzattım galiba. i kiss you.

4 yorum:

Elsa dedi ki...

babam, annemle hep bir yerde çarpışarak karşılaştıgını ve o anlattıgın gibi bir hikayeyle aşık olduklarını anlatırdı biz küçükken. senaryo bazen pazarda gecerdi annem elmaları portakalları yere düşürür babam toplamasına yardım ederdi, bazen bir kütüphanede annemin yere saçılan kitaplarını toplarken göz göze gelmeyle başlardı. ve biz kardeşimle, her defasında senaryosu değişen bu hikayeyle çok heyecanlanır, hatta biraz da inanarak tekrar tekrar dinlerdik.
ah, nerde şimdi öyle aşklar sevgili mr.anyone.
hımm evet starbucksta kahve içelimmi bağyan diye başlayan bi ilişki düşün. aslında ben gloria jeans ı daha çok seviyorum diye ikili arasında bir tartışma bile çıkabilir o anda. yok zevklerimiz uyuşmuyor diye dert edinen iki sevgiliden, sorunun -o starbucksı seviyooa ben gloriajeansı 'den kaynakladıgını gördüm bir kez.


bir de, o iki iskele arasındaki yerde, taşa oturup ayaklarımı denize sallandırmak istiyorum. yalnız başıma yapmaya hep korkuyorum, ya düşersem diye. ama her seferinde aklıma geliyor, canım istiyor :)

Adsız dedi ki...

hahah bazen ben yanee ci ismi adında bir tarikat olduğunu düşünüyorum. doğru kelime bu mu bilmiyorum amma bahsettiğim şey var. bi de mesela magandalar var otomatik lafları var her adımda çok gzülesin yalartım çok güzelsin yalarım diyorlar kim denk gelirse. bunlara bir gün bir erkek kadın diğerlerine de "senin ağzını cart diye yırtarım lan" diyen bir yiğit. ah nerde şekerim öyle yiğitler artık metroseksüellik dşye bişi var yane. gitmem lazım. insert sevmem.

aylak adam dedi ki...

bu iş görüşmeleri de böyle oluyor hep. karşıadaki canını sıkınca birşey çıkmıyor, bir de saçma ya bu görüşmeler.
beşiktaşın o sahilinde oturmayı seven biriyimdir. Ne zaman istanbula düşse yolum -ki bir ara çok sık düşüyordu- o sahilde otururdum en azından bir kez. şimdi havalar daha da soğudu, sen şanslıymışsın biraz sıcak bir günde yakalamışsın orayı. ama şimdi oturup bir çay içmek vardı beşiktaş sahilinde, hadi neyse.

Adsız dedi ki...

Şimdi diyorum o sahilde oturup bi başına hülyalara dalmak vardı..İş stresi bugünlük yetti bana sanki..O değil de şimdi eve git bir de üzerine ders çalış..hani alırsa beyin :=))Yahu bu devirde ne zor gerçekten aşkı bulmak..hep yeşilçam tadında bir aşk geçiyor içimden ama nerdeeeeeeeeee azizim nerde :=))sevgiler şelale...Kalın sağlıcakla....