uzun dönem acemi askerler altı hafta süren yemin törenine kadar dışarı çıkamazlar bu yüzden geldiğimizden beri içerideydik. dışarının neye benzediğini, nasıl olduğunu neredeyse unutmuştuk. kışladan içeriye sivil giyimli birinin girdiğini görmek, bazen görüş alanımıza giren çevre yollardan gelip geçen arabalar bir an için nerede olduğumuzu unutturuyordu. ve içeriye girdikten sonra dişi namına tek bir sinek bile görmemiştik.
o gün ankara’nın çok dışındaki o kışladan içeri gireli birkaç hafta olmuştu. eğitime öğle yemeği için ara verilmiş ve o gün bir değişiklik olarak biraz televizyon izlememize izin verilmişti.
tek sıra halinde içeri girdikten sonra beyaz duvara yansıtılmış dev projektör ekrandan o an gördüğüm şey hayatım boyunca unutmamak üzere belleğime kazındı: hande yener birkaç dansçısıyla “bunun adı ayrılık” şarkısını söylüyordu. hande yener onlarca günden sonra gördüğüm ilk kadındı ve bugün playlistimde arada bir çalan hande yener’in hayatıma girmesi böyle olmuştu.

yeni saçın olmamış!
bugün hala hande yener dinliyor olmayı sadece buna bağlamak ne kadar doğru olur, bilemeyiz. belki de bir psikolog buna cevap vermeli ama o ilk karşılaşmanın etkilerini gözardı ettiğimizdeyse; öncelikle mankenlikten bozma, pavyondan gelme şarkıcılarla sezen aksu’nun onlarca konserinde vokalistliğini yapan birini bir tutmak ayıp olur gibime geliyor.
office fantasy! gibi bir klasiğe imza atmış birinin pop kültür’ün kıyısından köşesinden geçen bir şarkıcıya methiyeler düzmesi –bilinçaltından tetikleyen bir şeylerin varlığına rağmen- tuhaf gelebilir ama gerek son ropörtajını okuduğumuzda, gerek deri eldiven isimli şarkısında nazım hikmet’ten ilham aldığını belirtmesiyle bu ilginin pek de boşuna olmadığını söylemek yanlış olmaz.
hele ki ayça şen, nazan öncel gibi dul ve çocuklu sınıfından olduğunu ve geçmişte her dul kadının başına gelen sıkıntıları göğüslediğini öğrendiğimizde ona olan hayranlığımız biraz daha arttı(bu aralar hayatında biri olması erkek hayranları için üzüntü kaynağı olabilir;).
yazıyı bu anının su yüzüne çıkmasına önayak olan blogirl’in sorusuyla bitirelim: o gün orada gördüğün hande yener yerine mesela yıldız tilbe olsaydı ne değişirdi?
bu sorunun cevabını bilmiyor, bilmek de istemiyoruz;) bildiğimiz tek şey bir şekilde hayatımızda yer alan alışkanlıklar, davranışlar, kişiler bazen anlam veremesek de sebepsiz yer almıyor.
bulursanız kaçırmayın
sen yoluna ben yoluma
bunun adı ayrılık
anyonaim dilmener
*geçenlerde bir blog kardeşi ile “çet” yaparken konu dönüp dolaşıp hande yener’e geldi ve ansızın bilinçaltımın derinliklerinden kopup gelen anılar bir sinema filmi havasında 5-6 sene öncesinin ankara’sını ve hande yener’i tekrar hatırlamamı sağladı. bu yazı o günkü flashback’in ürünüdür.
** henüz ortaokulun ilk seneleri, biz henüz doğru dürüst türkçe bilmeyen, konuşamayan çocuklarken türkçe dersinde o yaşta bir çocuğun anlamakta zorlanabileceği bir kitaptan bazı bölümler okumuştu sevgili türkçe ‘örtmen’imiz. çok sonradan öğrendiğime göre kitap, nursel duruel’in geyikler, annem ve almanya’sıydı. 83 sait faik hikaye ödülünü kazandığına göre iyi bir kitap olduğuna eminim ama o günleri tekrar hatırlamak istemediğimden olsa gerek bir daha okumadım. yine de bir gün, ansızın kitap ismine benzer bir post başlığıyla suyüzüne çıkacağını tahmin etmemiştim. kitaptan küçük bir bölümü buradan okuyabilirsin.
11 yorum:
Efendim, konuya girişim "ya öyle olsaydı?"dan ziyade, daha çok öyle bir durumun olacağını aklına dahi getirmemek / getirmek istememekten ibaretti;
"O gün televizyonda Hande Yener değil de, Yıldız Tilbe olmamasına şükretmelisin!"
Yalnız yazının, ikinci bölümünde Hande Yener'in san'at'ına ciddi övgüler içermesi gözlerden kaçmadı Sevgili Anyone! Oysa biz Hande Hanım'a ilginizin fizikî; yani ince ses, göğüs, kalça ve bacaklar üzerinde yoğunlaştığını düşünüyorduk.
Jelatin'i uğurluyoruz.
alkışlar ve sevgilerle güle güle jelatin çiçek;)
öyle bir program vardı, ünlü birinin hayatını işleyen, arada birileri gelir ve o kişiyle ilgili anısını anlatırdı. öyle hissettim birden kendimi çok ünlü falan.
Şimdiki gençliğe sorsalar efendim, "Böyle bir program vardı, kim sunardı?"; sabi hemen, "Osman Yağmurdereli!" der, kendisiyle de ölesiye gurur duyar.
Oysa biz, eski toprak mahsulleri, Osman Yağmurdereli'yi "Biiir, biiir, biiir,lerine... Baaaa-kar, bakarbakar dururum..." şarkısıyla hatırlar; söz konusu soruya Yasemin'in Penceresi cevabını yapıştırıveririz.
nedir bu bilinçaltımıza, çocukluğumuza yüklenmeniz böyle sn. j.ç..
yarı çıplak eski bir sibel can fotoğrafı olsun, bir ebru gündeş yazısı olsun ya da böyle yorumlar olsun flashback yaptırıyorsunuz, bilerek mi yapıyorsunuz nedir?:)
aynı dönemlerde bir de sabahtan gördüm seni / çok beyaz geldin bana / konakta mı büyüdün / oy oy emine diyen bir mustafa topaloğlu da vardı.
bir de bu osman yağmurdereli csi-ny'yi aratmayan bir polisiye de mi oynamıştı neydi?
Mustafa Topaloğlu bir yana; Yörelerimiz Türkülerimiz adlı güzide tv programı "Duvar Halısı" objesini mimari literatürüme sokmuş olmakla birlikte daima Susam Sokağı'ndan önce yayınlanmakta idi.
Osman Yağmurdereli'nin yıllar boyunca göbek çapının değişmemesi, güven verici görüntüsünü de oldukça desteklemiştir sanırım. Kendisini, sabahın köründe yayınlanan "Evdekiler" adlı diziden hatırlıyorum. Osman Yağmurdereli (koca), Pelin Körmükçü (kadın), Neriman Köksal (kayınvalide), Tuluğ Çizgen (hizmetçi), Selçuk Uluergüven (komşu), vs. gibi muhteşem oyuncular içerirdi ve absürd komediydi.
"Hey Gidi Günler" diyerek hem Osman Yağmurdereli'ye hem kendi geçmişime dokunan bu cümleyle ironik (bu aralar çok moda) göndermelerde boğulmak istiyorum.
canım hande yener ya, ben de çok seviyorum onu. özellikle şu son şarkısı.
aşkın ateşi, yakarmış ateşi.
çiğ mi? ha ha! harika!
ayaami ye! sana da nihat doğan'dan kırdın kalbimi isimli çalışmayı gönderiyorum.
sen de bunun üzerine demet akalın'dan kalbini mi kırdım, afedersin'i göndermeyi düşünebilirsin belki.
görülen lüzum üzere
ps:
Anyone bey,
cinema paradiso çok güzelken terkedilmiş sanki.??
Ben buradan çok orayı sevdim..
İhmalinizin bir nedeni var mıdır acep?
sayg.
ece hn,
cinema paradiso bizi terketmediği sürece biz cinema paradiso'yu terketmeyeceğiz. sadece bu aralar özel hayat koşuşturmacalarından eski/yeni filmleri izlemeye, hatırlamaya fırsat kalmıyor. bu konuda anlayış ve elbette katkılarınızı da bekleyeceğiz. saygılar.
sahi ya ortaokulda türkçe örtmenlerimiz bize kitap okurlardı haftada bir ders.. hatırladım!! benim ipek ongun çılgınığım buradan ileri geliyor olsa gerek !! 90 yaşımada gelsem yine okurum yine okurum...
Yorum Gönder